Türkiye’den Almanya’ya yeni gelmiş bir 8.sınıf öğrencisi olarak duygularımı paylaşmak istiyorum. Türkiye’de 7.sınıfa kadar Fatih Kolejinde okudum. Okulumu, öğretmenlerimi ve arkadaşlarımı çok seviyordum. Hala anlamakta zorlandığım 15 Temmuz olayları sonucunda önce okulumu kapattılar. Sonra çok sevdiğim öğretmenlerimi ve bazı arkadaşlarımın babalarını hapse attılar.
Babam akademisyendi annem öğretmen. 1 Eylül sabahı görevlerinden ihraç olduklarını öğrendim. Bu durum ailemiz için ciddi bir yıkım oldu. Tabii ki biz bu tarihten itibaren evimizde kalmamaya başladık zira her an annemi ve babamı da gözaltına alabilirlerdi. Elimizde bir valizimiz ile annem babam ben ve kardeşim bazen akrabalarımızda bazen de anneannemde kalıyorduk. İki ay annem ve babamla göçebe hayat yaşadım. Bu arada okullar başladı. Bu benim için annem ve babamdan ayrılmak anlamına geliyordu. Okula anneannemin yanında başlayacaktım. 8 yıl kolejde okuduktan sonra devlet okuluna kayıt olmuştum. Kolej günlerinden sonra devlet okuluna çok zor alıştım. Bir yılda 2 okul değiştirdim. Evimizi kapattık ve eşyalarımızı depoya koyduk. Tüm zorluklara rağmen azimle, gayretle, iki okul değiştirmeme rağmen “98.5” ortalama ile 7. Sınıfı bitirdim.
Ağustos ayı idi; anneannemin evini sabah 6’da polisler bastı. Polisler annem ve babamı aradıklarını söylediler. Allahtan annem ve babam evde yoklardı. Artık Türkiye’de kalmanın bizim için çok sıkıntılı olduğunu anlamıştım. Annem ve babamla İstanbul’da bir akrabamızın evinde buluştuk. “Hicret” kelimesini ilk defa o buluşmamızda kavramıştım. Annem ve babam: “Allah için dinimiz için hicret edeceğiz gittiğimiz ülkede yeni bir hayata başlayacağız” diyorlardı. Ancak benim aklım bir türlü almıyordu yurtdışına nasıl çıkacaktık? Çünkü polisler evi bastıklarında hepimizin yeşil pasaportlarına el koymuşlardı. Annem babam kardeşim ve ben akrabamızın evinden hiç çıkmıyorduk. Günler günleri kovalıyordu ve hayatımın en ilginç kurban arifesine gelmiştik. Akrabamız kurban bayramı için memlekete gideceğini bizim ise evde kalabileceğimizi söyledi.
Kurban bayramı süresince de evden çıkmamıştık. Ülkemde, bir kesim bayram(?) yaşarken biz hiçbir yakınımızı arayamamış ve kurban bayramını evde geçirmiştik.
Bir gün babamın arkadaşı geldi ve yurtdışı çıkış işlemlerinin hazır olduğunu söyledi. Bir hafta içerisinde tüm hazırlıkları tamamladık. Ve sınır kapısına ulaştık. Annem ve babam, kardeşim ve beni motive etmeye çalışıyorlardı. Bize diyorlardı ki: “Bu gece ‘Survivor’ yarışmasına katılacağız sadece hızlı hızlı yürüyeceğiz ve canımız acısa bile hiç ses çıkarmayacağız.” Yaşım gereği güzel vatanımızdan kaçarak sınırı geçeceğimizi ben anlamıştım fakat kardeşim yarıştığını düşünüyordu.
Gece saat 11:00’de araçla bizi Meriç Nehri’nin yakınlarına bıraktılar. Bizimle bir aile daha vardı. Başladık yürümeye…
Yürüdükçe sanki gecenin karanlığında yollar daha da uzuyordu. Önce bir mısır tarlasına girdik. Mısırların boyu yaklaşık olarak 2 metreydi ve hiçbir yeri göremiyordum. Sadece önümde yürümekte olan babamı görüyordum. Ara sıra mısır yaprakları ve sivrisinekler canımızı acıtsa da kural gereği ses çıkartmıyorduk. Mısır tarlası uzun bir yürüyüşten sonra bitti. Ama bu kez karşıma ömrümde hiç görmediğim koskocaman bir çamur deryası çıktı. Bata çıka çamurda ilerlemeye çalışıyorduk. Dizime kadar çamura bulandığım için ayakkabımın tekini çamura kaptırdım. Bir taraftan ayakkabısız yoluma devam etmeye çalışıyordum. Diğer taraftan ise çeltik tarlalarının sivrisinekleriyle amansız bir mücadeleye girmiştim. İçimden; “Allah’ım ne olur yardım et” diyordum.
Nihayet Meriç’in kıyısına gelmiştik. 13 kişi bir bota bindik. Ve Meriç’i geçmek için mücadele vermeye başladık. Bir taraftan arkamızdan askerler geliyor mu diye, öteki taraftan ise minik botun batmaması için dualar ediyorduk. Nihayet botumuz Yunanistan kıyısına yanaştı ve adımlarımızı Yunan topraklarına attık. Saat gecenin ikisiydi. Burada ömrümde hiç unutamayacağım duygular hissettim; Yunan topraklarına adımımı attığımda şöyle bir geriye döndüm, güzel ülkemin topraklarına son kez baktım. Gözlerimden yaşlar süzüldü. Uzaklarda Edirne’nin ışıkları görülüyordu. O zaman anladım yerinden yurdundan kovulmanın ne demek olduğunu ve o zaman anladım; Nebiler Nebi’sinin ( sav) ve onun sadık dostlarının neler çektiklerini. Ben o zaman anladım firavunun önünden kaçan Musa (as)’ın duygularını ve Yunus Aleyhisselamın kıssasını…
Karşıya geçince ilk iş olarak ayakkabılarımı çamur deryasında kaybettiğim için yalın ayak yürümüştüm. Babam hemen atletini çıkarıp ayağıma sarıp üstüne 4-5 kat çorap giydirdi; nihayet ayakkabım olmuştu, hem de eskisinden daha rahat. Çok şükür Yunanistan’da da yakalanmadık. Aynı gün başka bir sıkıntılı durumla karşılaşmadan Almanya ‘ya uçuşumuzu gerçekleştirdik.
Almanya’ya gelince Alman hakimin karşısına annem ve babamın çıktığını görünce de Necaşi’nin ülkesine sığınan Sahabe efendilerimizi işte o zaman tam manasıyla anlamıştım.
Hasılı, bu “Hicret” yolculuğu bana tarihin tekerrür ettiğini, geçmişte yaşananların bir masal olmadığını öğretti…